27 Haziran 2012 Çarşamba

Dijital Fotoğraf Makinesinin Hazineleri


 Dijital fotoğraf makinesini satın aldınız. Eve geldiniz ve makineyi kutusundan çıkarttınız. Fotoğraf çekmek için sabırsızlanıyorsunuz. Ama yeni kameranın üzerinde o kadar çok düğme var ki kafanız karışıyor. Bazılarının ne işe yaradığını bir önceki makinenizden veya sağdan soldan duymuştunuz. Bazılarını ise ilk defa görüyor, nasıl kullanacağınızı bilmiyorsunuz. Etrafta da yeni bir dijital kameranın kadrajına girebilecek o kadar çok güzel şey var ki...

Farklı Bir Bakış Açısı

Dijital fotoğraf makinelerinin öncelikli yararlarının başında dijital olmasından kaynaklanan özellikler geliyor. Kolay kullanım ve otomatik, kusursuz çekim sağlayan menüler de her seviyeden kullanıcıya çok sayıda avantaj sunuyor. Yani daha kamerayı ele alır almaz hızlıca fotoğrafçılığın ilk adımını atmış oluyorsunuz. Çünkü klasik bir makinede elle yapmak durumunda olduğunuz ayarlar burada otomatik olarak düzenlenmiş. Öte yandan, dijital kamerada film kullanımının olmaması amatör ve profesyoneller için oldukça avantajlı bir durum ortaya koyuyor: Maliyetlerin düşmesi. Hiçbir masraf olmadan sayısız fotoğraf çekilebilmesi başka yönlerden de fotoğrafçıyı olumlu etkiliyor.

DİJİTALİN SAYISIZ YARARLARI!

Yukarıdaki paragrafta bahsettiğim üzere ilk olarak akla gelen fayda dijital depolamanın sağladığı avantajlar. Bu sayede istediğiniz kadar fotoğraf çekebilir ve bilgisayara kolayca aktararak üzerinde oynayabilirsiniz. İkinci aşamada LCD ekran, dijital kameraların önemli aksesuarlarının başında geliyor. Dijital fotoğraf makinelerinde LCD ekranın birçok açıdan faydası var. Hiç kuşkusuz, fotoğrafı çektiğiniz anda resmi ekrana yansıtması ciddi bir rahatlık yaşatıyor. Bu sayede ekrandan kompozisyonu ve pozlamayı kontrol edebiliyorsunuz. Öyle ki fotoğrafın istediğiniz kalitede olmadığına inanıyorsanız hemen silebilir ve yeniden çekim yapabilirsiniz. Çoğu dijital fotoğraf makinesinde bu işlem için bir kısa-yol bulunuyor. Özellikle yakın fotoğraf çekimlerinde optik vizörün alternatifi olarak karşımıza çıkan LCD ekran, birçok menüye kolay ulaşım sağlıyor.
Monitörün parlaklığını değiştirmek, hafıza kartını biçimlendirmek, otomatik netleme sesli uyarısını açmak ya da kapatmak gibi işlevleri bu sayede kolayca gerçekleştirebilirsiniz.
Dijital fotoğraf makinelerinin bir yararı da görüntünün yanı sıra çok sayıda farklı öğeyi yakalayabilmesidir. Her pozda, fotoğrafın çekildiği tarihi ve saati, dosya ya da görüntü numarasını, görüntü kalitesini ya da boyut ayarlarını kaydedebilir. Exif bilgisi adı verilen bu bilgiler, kameranın LCD ekranından olduğu gibi bilgisayardan da rahatça görülebilir.
Dijital olarak oluşturulan bir fotoğrafın belki de en önemli avantajı, görüntüye dilediğiniz gibi müdahale etme şansınızın olmasıdır. Görüntü işleme programları sayesinde fotoğraf üzerinde aklınıza gelebilecek her türlü değişimi yapabilirsiniz.
Ayrıca, kimyasal film kullanılmadığından, geleneksel fotoğraf sürecin-den ister istemez doğan atıkların çevreye zarar vermesi gibi olumsuzluklar da dijital fotoğrafta yaşanmıyor.

DİJİTAL FOTOĞRAFIN GELİŞİMİ

1960'11 yılların sonlarında, NASA'nı n uzay araçlarından yeryüzüne görüntü gönderme zorunluluğuyla ortaya çıkan, "görüntülerin elektrik sinyallerine dönüştürülerek" yeryüzüne iletilmesi dü¬üncesi, dijital fotoğrafın doğuşuna zemin hazırlanmıştır. Yaklaşık 15 yıl boyunca yalnızca uzay araştırmaları ve askeri gözlemler için kullanılan bu teknoloji, 1980'lerin başında ticari amaçlı kullanıma da sunuldu. Baskı sektöründeki hız zorunluluğuyla birlikte fotoğrafın bilgisayar ortamında kullanımı artmaya başladı ve bilgisayarların baş döndürücü gelişimine paralel olarak hızla yaygınlaştı.

KAVRAMLAR NE İFADE EDİYOR, NE İŞE YARIYOR?

Dijital fotoğraf makinesiyle kaliteli çekim yapabilmek klasik makinelerden farklı olarak çözünürlük, piksel sayısı, beyaz ışık dengesi, ISO değeri gibi kavramları iyi anlamak ve etkili kullanmayı beraberinde getiriyor. Örneğin, hangi fotoğrafı çekmek için ne kadar çözünürlük gerekiyor? Objektifi nasıl kullanmak gerekiyor? Optik zoom ne işe yarar? Dijital zoom söylendiği kadar önemli mi? Kompozisyonu oluştururken ışık ayarı nasıl yapılmalı? Bu sorulara yanıt vermek için kavramlara daha yakından bakmak gerekiyor.

Çözünürlük - Piksel Sayısı

Dijital fotoğraf ya da bilgisayar ortamında fotoğraf dediğimiz görüntüler, piksel adı verilen küçük kareciklerden oluşur. Yani pikseller, dijital görüntü-nün en küçük yapı taşıdır. Bu özelliğiyle piksel, kimyasal fotoğraftaki “gren”e benziyor. Nasıl ki düşük ASA’lı bir film, ince grenli yapısı nedeniyle keskinliği yüksek bir görüntü oluşturuyorsa, dijital fotoğrafta da benzer şekilde, piksel sayısı fazla olan görüntünün keskinliği yüksek oluyor. Bu noktada şu soruları sormak gerekiyor: “Kaç piksel” düşük çözünürlük olarak algılanmalıdır? Keskinliği yüksek bir görüntü oluşturmak istiyorsak hangi değerlerde çalışmalıyız? Bu tür soruların yanıtını verebilmek için yalnızca çözünürlüğün birimini bilmek yetmez, ayrıca üzerinde çalışılacak olan alanın boyutları da tanımlanmalıdır. Çünkü, yüksek çözünürlüklü ama küçük boyutlu bir fotoğrafın büyütülmesi, (tıpkı kimyasal fotoğrafta negatiften yapılan büyük boyutta baskılar-da grenlerin büyümesine benzer şekilde) var olan piksellerin boyutunu büyüteceğinden, keskinlik azalacaktır. Bu şekilde büyütülen görüntülere pikselize olmuş görüntüler deniyor ve genel olarak kalitesizliği gösterdiğinden istenen bir durum değil. Bu nedenle, görüntüyü sonradan büyütmek yerine, ilk başta, daha görüntü oluşturulurken, gerekli çözünürlük ve boyutların yüksek tutulması gerekir. 300 ppi’lık bir çözünürlük, yüksek kaliteli bir görüntü oluşturmak için yeterlidir. Bunun altın-daki değerler, giderek daha düşük çözünürlük anlamına gelirler ve en düşük değer olarak 72 ppi değerini kullanabiliriz. Bu da ancak Internet ortamında veri transferinin kısa sürmesi için razı olunabilecek bir değerdir. Bu çözünür-lükteki bir fotoğraf, ekranda belli bir keskinlikte görülmesine karşın, baskısı yapılmak istendiğinde, keskinliği çok düşük düzeyde kalabilir.
İnsan gözüne eşdeğer çözünürlüğün genellikle 100-120 piksel/cm civarında olduğu kabul edilmektedir.

PİKSEL ÇILGINLIĞI DEVAM EDİYOR

Dijital fotoğraf makinelerinde de, piyasaya ilk çıktıkları 1986 yılından beri, özellikle tasarım ve görüntü kalitesi anlamında önemli iyileşmeler yaşanıyor ve yaşanmaya da devam edecek. ilk dijital fotoğraf makinesi toplam 200.000 piksel lik bir görüntü oluştururken, günümüzdeki dijital fotoğraf makineleri 12 milyon pikselin üstünde görüntüler oluşturabiliyor. Ayrıca ergonomi, fonksiyonellik ve dayanıklılık gibi özellikler de kullanıcı tarafından her geçen gün daha iyi kavranıyor ve dijital fotoğraf makinesi seçiminde ön plana çıkıyor.
Objektifler

Objektif, film üzerinde net bir görüntü oluşturmaya yarayan mercekler topluluğudur. Fotoğrafta kaliteyi belirleyen temel ögelerin başında gelir. Bu nedenle, fotoğrafçılığın en önemli malzemesidir. Temel ışık kontrol mekanizmalarından biri olan diyafram’ı, auto focus (AF) özelliğini, ISO ayarını içinde barındırır.

                                                                    Auto Focus

Auto Focus (AF) özellikle başlangıç seviyesindeki kullanıcıların en büyük yardımcısı konumunda çalışıyor. Çünkü siz deklanşöre bastığınız anda otomatik olarak görüntüyü netliyor ve kaliteli çekim imkanı veriyor. Elbette işi bilen bir fotoğrafçının elle yaptığı ayar ile karşılaştırmak pek mümkün değil. Auto Focus (yani kendiliğinden netlik yapma) sistemine sahip olan dijital fotoğraf makineleri, netlik yapmak için bakacın ortasında bulunan bölümü merkez alırlar. Bu nedenle, netlik yapmayı düşündüğümüz konuyu çerçevenin merkezine alarak deklanşöre yarım basmak gerekir. Bazı modellerde parmağımızı bu şekilde yarım basılı tutarak, diğer modellerde ise ayrı bir düğme olan “AF- Lock” tuşuna basılı tutarak netliği sabitlememiz ve son olarak kompozisyonumuza karar vererek deklanşöre tam basmamız gerekir.
AF sistemlerin netleyemediği durumlarda ya da el ile netleme yapmak istendiğinde ise, objektifin ön bölümünde bulunan “netleme hal-kasını sağa sola çevirerek netlik verilebilir. Ne yazık ki, kompakt modellerde el ile netlik yapma olanağı yoktur.

Diyafram

. Objektifin içinde bulunan ve gelen ışığın yoğunluğunu ayarlayan kontrol mekanizma-sına diyafram diyoruz. Diyaframı insan gözünün “iris”ine benzetebiliriz. Işığın fazla olduğu ortamlarda objektiften geçen ışık miktarını azaltmak ya da ışığın az olduğu or-tamlarda objektiften geçen ışığın miktarını artırmak için kullandığımız diyafram değerleri uluslararası standartlardadır. Diyafram ‘f’ olarak gösterilir ve değerleri de şöyle belirtilir: 1, 1.4, 2, 2.8, 4, 5.6, 8, 11, 16, 22. Diyaframın bu değerleri, aslında ters bir fonksiyona ait değerler olduğundan, en büyük “f” sayısı en küçük açıklığı gösterir. Rakamlar aritmetik olarak büyüdükçe, fonksiyon küçülür; yani aritmetik olarak büyük rakamlar “kısık diyafram” değerleridir, küçük rakamlar ise “açık diyafram” değerlerini gösterirler. Her basamakta gösterilen sayı, bir öncekinin iki katı ya da tersine yarısı kadar ışığın girmesine izin verir. Örneğin, diyafram değeri f:8 iken, f:11’e göre iki katı fazla ışık geçer. Bazı objektiflerde, yukarıda sıralanan dizideki rakamlara ek olarak, ara değerler de yer alır; 1.7, 3.5, 6.7 gibi... Çok açık diyafram değerlerine sahip bir objektifle (f:1.2, 1.4 gibi değerler), ortam ışığının yetersiz olduğu durumlarda bile rahatça çalışılabilir.
Diyafram açıklıklarının, objektiften geçerek filme etki eden ışık miktarının ayarlanması dışında ikinci bir görevi de, net alan derinliğini belirlemesidir. Net alan derinliği, netlik yapılmış yerin önünde ve arkasında oluşan net bölgedir. Başka bir anlatımla, ön plandaki en net nokta ile arka plandaki en net nokta arasındaki uzaklıktır.

Arka planın netsizleştirilmesi

Açık diyafram (1.4, 2, 2.8 veya 4 gibi değerler), arka planın dikkat çekmeyecek bir leke haline gelmesini sağlayarak asıl konunun ön plana çıkmasını sağlar. Bu durum, yani açık diyafram özelliği, bazı objektiflere niye daha fazla para ödendiğini daha net açıklıyor. 


Ne kadar kısık diyafram değeri kullanırsanız (11, 16, 22 gibi değerler), o kadar çok alan derinliği elde edebi-lirsiniz.

Net alan derinliğinin artırılması

En önden en arkaya değin net bir şekilde fotoğraflamak istediğiniz bir konuyla karşılaştığınız zaman yapmanız gereken 11, 16 ya da 22 gibi kısık diyafram değerleri kullanmaktır. Bu durum, tabii ki enstantane değerlerini düşüreceği için sehpa (tripod) kullanmak zorunluluğunu getirir. Bu yöntem, açık diyafram kullanarak net alan derinliğini azaltmanın tam tersi bir işlemdir.

Enstantane

Enstantane değerleri, bir dizi sayıyla tanımlanmış tır. Bu sayılar 8”,4”,2”,1, 2, 4, 8, 15, 30, 60, 125, 250, 500, 1000, 2000, 4000 şeklinde sıralanabilir. Ger-çekte bu dizideki rakamlar saniyenin belirli bir aralığı süresinde çalışırlar ve 8, 4, 2, 1, 1/2, 1/4, 1/8, 1/15 ....1/60, 1/125 saniyenin ifadesidirler. Örneğin 30 değeri, 1/30 saniyeyi ifade eder. 1/250, ışığın saniyenin 250’de 1’i süresince algılayıcı üzerine düşeceğini ve bu süre boyunca algılayıcının ışıktan etkileneceğini gösterir. 

                             Bu fotoğraf hızlı enstantane ile çekildi.

Enstantane dizisi de ters bir fonksiyon olduğu için rakamlar aritmetik olarak büyüdükçe pozlama süresi azalır.

Hareketin Dondurulması

Enstantane, algılayıcının ne kadar süreyle pozlanacağını belirler. Enstantane seçimi fotoğrafçıya konuyu yargı-lama şansı doğurur ve bu nedenle netlik önem kazanır. Bu noktada konunun ne kadar hızlı hareket ettiğine dikkat etmek gerekiyor. Hız, hareketin yönü ile bağlantılı olan bir kavram olduğu için konunun hangi açıyla hareket ettiğini belirlemeniz gerekiyor. Örneğin, önünüzden geçen bir araba, size doğru gelen aynı hızdaki bir arabadan daha hızlı görünür ve aynı şekilde dönüşlerde doğrusal hareketler den daha hızlı görünür. Bu nedenle örneğin, kameraya doğru hareket eden araçlar 1/500 enstantane ile fotoğraflanırken, kameranın önünden geçen araçlar 1/1000 enstantane ile fotoğraflanır. Aynı şekilde yürüyen bir insan 1/125, koşan biri ise 1/250 enstantane ile dondurulabilir.
Eğer hareketin ne kadar hızlı olduğunu tahmin edemiyorsanız, en doğru yöntem, 1/500 enstantanenin altına inmemek olarak düşünülebilir. Çünkü istediğiniz gibi çektiğinizden emin ol¬mak, sonradan pişman olmaktan iyidir.

Düşük Enstantane Kullanımı

Hareketi bütünüyle dondurmak yerine, düşük enstantane değerlerini kullanarak hareket netsizliği sağlamak, fotoğraf çerçevesi içinde hareket hissini sağlar ve dinamizm yaratır. Örneğin bir yürüyüş takımını fotoğraflarken kullanacağımız 1/60 enstantane ile, yürüyüşçülerin yüzlerini dondururken kollar ve bacaklar hareket hissini sağlayacak flulukta olacaktır. Siz tabii ki daha düşük enstantane değerleri kullanarak, net olan hiçbir bölge bırakmayacak şekilde tamamen flu renk lekeleri de yaratabilirsiniz. Bu tekniği kullanırken, bu etkiyi özel olarak yaptığınız anlaşılmalıdır, yoksa kameranın sallanması sonucu hatası sanılabilir!

Pozlama (Exposure)

Algılayıcının görüntüyü oluşturabilmesi için belirli bir miktarda ışığa gereksinim vardır. Pozlama ya da ışıklama dediğimiz bu işlemin doğru olarak yapılması, fotoğraf çekiminin temelini oluşturur. Doğru pozlama yapmak demek, makine üzerindeki diyafram ve enstantane değerlerinin doğru seçilmesi anlamına gelir. Hangi değerleri kullanmamız gerektiğini, fotoğraf maki-nesinin içindeki ışıkölçer (pozometre) sayesinde öğreniyoruz.
Işıkölçerler, kullanılan filmin AS A değerine göre, konudan yansıyan ışığı ölçüp, sonucu enstantane ve diyafram cinsinden verirler. Maalesef, kompakt dijital fotoğraf makinelerinin büyük bir bölümü manuel kullanım olanağı vermediğinden onlarla yalnızca otomatik pozlandırma yapılabilir.
Fotoğraf çekerken kullandığımız enstantane ve diyafram, filme düşen ışık miktarını ayarlar. Bu ayarlamayı enstantane süre cinsinden, diyafram ise yoğunluk cinsinden yapar. Gerek enstantanede, gerek diyafram açıklığı dizisinde her “stop” (durak), bir önce-kinin iki katı (ya da ters yönde yarısı) miktarda ışığın algılayıcıya ulaşmasını sağlayacak biçimde seçilmiştir. Bu durumda birindeki azalmanın diğerindeki artmayla dengelenerek, algılayıcıya aynı miktarda ışığın düşmesinin sağlanması gerekiyor.
Örneğin, herhangi bir çekimde, pozometrenin kullanıcıya önerdiği 1/60 enstantane ve f/5.6 diyafram değerlerinin makineye uygulandığını düşünelim. Bu değerlerle çekim yaparsak filmimiz doğru pozlanacaktır. Ancak, kullanıcı olarak, “filme ulaşan toplam ışık miktarını değiştirmeden” fotoğrafik etkiyi değiştirecek bazı farklılıklar yaratabiliriz. Örneğin enstantaneyi bir stop yükselttiğimizde, yani 1/125’e getirdiğimizde, diyaframı da bir stop açmamız yani f/4’e getirmemiz gerekir.
Tam otomatik modellerde, enstantane ve diyafram açıklığını makinenin kendisi seçer. Değişkenleri seçme şansımız ise yoktur. Kötü ışık koşullarında makine yetersiz kalabilir. Bu durumda yapılacak iş standart ışık altında, kom-pozisyona yoğunlaşmak olacaktır.

ASA (ISO) Ayarı

ASA ve ISO değerlerinin ne anlama geldiğini anlayabilmek için kimyasal filmlerden biraz söz etmek gerekiyor. Kimyasal filmlerin ışığa olan duyarlıkları farklı derecelerdedir. Işığa olan duyarlığın birimi ASA ya da ISO’dur. Işığa karşı duyarlığı az olan, yani fazla ışığa ihtiyaç duyan filmlere düşük ASA’lı filmler denir. 100 AS A’nın altındaki filmler (25, 50, 64 v.b.), düşük ASA’lı filmlerdir, yani yavaş filmlerdir. Işığa olan duyarlığı artırılmış olan filmler yani 100 ASA’nın üzerindeki filmler (200, 400, 800, 1600 v.b.), yüksek ASA’lı filmlerdir. Bu filmler yüksek enstantane imkanı verirler.
Filmlerin yapısını oluşturan ışığa duyarlı kimyasalların kristallerine gren (gram) adı verilir. Bunları dijital fotoğrafın yapıtaşları olan “piksel”e benzetebiliriz. Grenlerin küçük ya da büyük olması, filmin keskinliğini belirleyen temel öğelerdendir. Bir filmin grenleri ne kadar küçük boyutta ise, bu filmin keskinliği (ve genel olarak kalitesi) o kadar yüksektir. Tam tersine, iri grenli filmlerin keskinliği düşüktür. Aynı mantık dijital fotoğraf için de geçerli-dir. Dijital fotoğraf makinelerinin üzerindeki ASA / ISO ayarları da, tıpkı filmlerde olduğu gibi ışığa olan duyarlılığın arttırılması için kullanılırlar. Makinenizin en düşük ASA ayarı (bu değer genellikle 100’dür) en yüksek çözünürlüğün sağlanabildiği değerdir. 200 ASA seçildiğinde ise, algılayıcının üzerindeki her hücre yanındaki hücreyle birlikte sanki tek bir hücreymiş gibi davranır ve böylece ışığı algılama yüzeyini genişletmiş olur. Bu durum, daha düşük ışık koşullarında çalışmak için bir avantajdır, ama çözünürlük değerinin de yarıya düşmesi demektir. 400 AS A’da ise her dört hücre birleşe-rek tek bir hücre gibi davranır, böylece çözünürlük değeri dörtte bire düşmüş olur. Bu durumu örneklersek, toplam 10 milyon piksellik bir çözünürlüğe sahip olan bir dijital fotoğraf makinası, 100 ASA için 10 milyon piksel, 200 ASA için 5 milyon piksel ve 400 ASA iç in 2,5 milyon piksellik çözünürlüğe sahip olacaktır.

Beyaz Ayarı

Aydınlatma türüne ve koşullarına göre ışığın rengi değişiklik gösterir. Bu durum fotoğraflardaki renk dengesini etkileyebilir. “Beyaz” olarak tanımlanan ışığın renk ısısı 5500 Kelvin’dir. Bu değerin altındaki renk ısılarına sahip kaynaklar, giderek sarı, turuncu ve kır-mızıya kayarlar. 5500 Kelvin’in üzerindeki ısıya sahip kaynaklar ise giderek yeşil, mavi ve mora kayarlar. Renkli fotoğrafçılık için ışığın rengi çok önemli bir faktördür. Çünkü insan gözünün toleransı nedeniyle beyaz olarak algıladığımız pek çok ışık kaynağı, aslında beyaz renkte değildir ve algıla-yıcı tarafından gerçek renklerinde algılanırlar. Örneğin ev ampulü ve flüoresan ampulü, insan gözü tarafından beyaz ışık kaynakları olarak algılanırken, aslında ev ampulü (3200-3400 Kelvin) turuncuya, flüoresan ampulü (6400 Kelvin) ise yeşil-maviye kayan renklere sahiptir.


Geleneksel fotoğrafçılıkta bu renk kaymalarını düzeltmek için renk düzeltme filtreleri kullanmak gerekir. Oysa dijital fotoğraf makinelerinin büyük bir bölümü, bu işlemi “white balance” özelliği sayesinde çok kolaylıkla düzeltebiliyor. White balance (beyaz ayarı) özelliği, ortamda hakim olan ışığın rengini beyaza dönüştüren çok yararlı bir işlevdir. Bazı modellerde bu fonksiyonun seçenekleri menüde yer alır ve kullanıcının ışık kaynağına en uygun değeri seçmesi gerekir. Gün ışığı altında çekim yapılıyorsa, güneş sembolü (ya da “daylight” seçeneği) seçilmelidir. Eğer ortam ev ampulu ile aydınlanıyorsa ampul sembolü (ya da “ Tungsten” seçeneği) seçmek daha doğru olacaktır. Benzer şekilde flüoresan ışık kaynakları için de uygun sembol ya da seçenek seçilmelidir. Bazı modellerin üzerinde “white balance” ya da “W/B” yazılı bir düğme bulunur. Bu tür modellerde kullanıcı, hangi ışık altında çalışırsa çalışsın, dijital fotoğraf makinesini beyaz bir yüzeye yönlendirerek bu düğmeye basmalıdır. Bubeyaz yüzey bir duvar, masa ya da boş bir kağıt olabilir. Bu işlem yapıldığında, kamera otomatik olarak ortam ışığını beyaza eşitleyecek ve tüm renklerin doğru tonlarda algılanmasını sağlayacaktır.

DİJİTAL SİSTEMİN MANTIĞI

İnsanoğlu matematik işlemlerini 10'luk sisteme göre yapar. Yani 0'dan 9'a kadar olan rakamları kullanarak hesap yapar. Oysa bilgisayarlar, elektrik akımının "açık" ya da "kapalı" olması durumuna göre işlem yapabildikleri için 2 tabanına göre düzenlenmiş bir sistem kullanırlar. Bu sistemde yalnızca 1 ve 0 rakamları kullanılır. İngilizce "ikili rakamlar" (binary digits) sözcüklerinin ilk ve son hecelerinden türetilen "bits" terimi bilgisayar dilinde, anlamı olan en küçük birimi, yani sözcüğü (kelimeyi) ifade eder. Tüm alfabe, noktalama işaretleri ve rakamların, 256'dan (28) daha az karakter kullanılarak ifade edilebileceği belirlen-dikten sonra, 8 bit'lik veri demeti, standart olarak kullanılmaya başlandı. Daha sonra IBM şirketi tarafından bu veri demetine byte adı verildi. Böylece, günümüzde kullanılan veri büyüklüğünün birimi belirlenmiş oldu. Veri birimi olarak kullanılan byte'lar şöyle hesaplanır:
1 Kilobyte (KB) = 1024 Byte
1 Megabyte (MB) = 1024 Kilobyte
1 Gigabyte (GB) = 1024 Megabyte

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder