Farklı Bir Bakış Açısı
Dijital fotoğraf makinelerinin öncelikli yararlarının
başında dijital olmasından kaynaklanan özellikler geliyor. Kolay kullanım ve
otomatik, kusursuz çekim sağlayan menüler de her seviyeden kullanıcıya çok
sayıda avantaj sunuyor. Yani daha kamerayı ele alır almaz hızlıca
fotoğrafçılığın ilk adımını atmış oluyorsunuz. Çünkü klasik bir makinede elle
yapmak durumunda olduğunuz ayarlar burada otomatik olarak düzenlenmiş. Öte
yandan, dijital kamerada film kullanımının olmaması amatör ve profesyoneller
için oldukça avantajlı bir durum ortaya koyuyor: Maliyetlerin düşmesi. Hiçbir
masraf olmadan sayısız fotoğraf çekilebilmesi başka yönlerden de fotoğrafçıyı
olumlu etkiliyor.
DİJİTALİN SAYISIZ
YARARLARI!
Yukarıdaki paragrafta bahsettiğim üzere ilk olarak akla gelen
fayda dijital depolamanın sağladığı avantajlar. Bu sayede istediğiniz kadar
fotoğraf çekebilir ve bilgisayara kolayca aktararak üzerinde oynayabilirsiniz.
İkinci aşamada LCD ekran, dijital kameraların önemli aksesuarlarının başında
geliyor. Dijital fotoğraf makinelerinde LCD ekranın birçok açıdan faydası var.
Hiç kuşkusuz, fotoğrafı çektiğiniz anda resmi ekrana yansıtması ciddi bir rahatlık
yaşatıyor. Bu sayede ekrandan kompozisyonu ve pozlamayı kontrol
edebiliyorsunuz. Öyle ki fotoğrafın istediğiniz kalitede olmadığına inanıyorsanız
hemen silebilir ve yeniden çekim yapabilirsiniz. Çoğu dijital fotoğraf makinesinde
bu işlem için bir kısa-yol bulunuyor. Özellikle yakın fotoğraf çekimlerinde
optik vizörün alternatifi olarak karşımıza çıkan LCD ekran, birçok menüye kolay
ulaşım sağlıyor.
Monitörün parlaklığını değiştirmek, hafıza kartını biçimlendirmek,
otomatik netleme sesli uyarısını açmak ya da kapatmak gibi işlevleri bu sayede
kolayca gerçekleştirebilirsiniz.
Dijital fotoğraf makinelerinin bir yararı da görüntünün yanı
sıra çok sayıda farklı öğeyi yakalayabilmesidir. Her pozda, fotoğrafın çekildiği
tarihi ve saati, dosya ya da görüntü numarasını, görüntü kalitesini ya da boyut
ayarlarını kaydedebilir. Exif bilgisi adı verilen bu bilgiler, kameranın LCD ekranından
olduğu gibi bilgisayardan da rahatça görülebilir.
Dijital olarak oluşturulan bir fotoğrafın belki de en önemli
avantajı, görüntüye dilediğiniz gibi müdahale etme şansınızın olmasıdır.
Görüntü işleme programları sayesinde fotoğraf üzerinde aklınıza gelebilecek her
türlü değişimi yapabilirsiniz.
Ayrıca, kimyasal film kullanılmadığından, geleneksel
fotoğraf sürecin-den ister istemez doğan atıkların çevreye zarar vermesi gibi
olumsuzluklar da dijital fotoğrafta yaşanmıyor.
DİJİTAL FOTOĞRAFIN GELİŞİMİ
1960'11 yılların sonlarında, NASA'nı n uzay araçlarından
yeryüzüne görüntü gönderme zorunluluğuyla ortaya çıkan, "görüntülerin
elektrik sinyallerine dönüştürülerek" yeryüzüne iletilmesi dü¬üncesi, dijital
fotoğrafın doğuşuna zemin hazırlanmıştır. Yaklaşık 15 yıl boyunca yalnızca uzay
araştırmaları ve askeri gözlemler için kullanılan bu teknoloji, 1980'lerin
başında ticari amaçlı kullanıma da sunuldu. Baskı sektöründeki hız zorunluluğuyla
birlikte fotoğrafın bilgisayar ortamında kullanımı artmaya başladı ve
bilgisayarların baş döndürücü gelişimine paralel olarak hızla yaygınlaştı.
KAVRAMLAR NE İFADE EDİYOR, NE İŞE YARIYOR?
Dijital fotoğraf makinesiyle kaliteli çekim yapabilmek
klasik makinelerden farklı olarak çözünürlük, piksel sayısı, beyaz ışık
dengesi, ISO değeri gibi kavramları iyi anlamak ve etkili kullanmayı
beraberinde getiriyor. Örneğin, hangi fotoğrafı çekmek için ne kadar çözünürlük
gerekiyor? Objektifi nasıl kullanmak gerekiyor? Optik zoom ne işe yarar?
Dijital zoom söylendiği kadar önemli mi? Kompozisyonu oluştururken ışık ayarı
nasıl yapılmalı? Bu sorulara yanıt vermek için kavramlara daha yakından bakmak
gerekiyor.
Çözünürlük - Piksel Sayısı
Dijital fotoğraf ya da bilgisayar ortamında fotoğraf
dediğimiz görüntüler, piksel adı verilen küçük kareciklerden oluşur. Yani
pikseller, dijital görüntü-nün en küçük yapı taşıdır. Bu özelliğiyle piksel,
kimyasal fotoğraftaki “gren”e benziyor. Nasıl ki düşük ASA’lı bir film, ince
grenli yapısı nedeniyle keskinliği yüksek bir görüntü oluşturuyorsa, dijital
fotoğrafta da benzer şekilde, piksel sayısı fazla olan görüntünün keskinliği
yüksek oluyor. Bu noktada şu soruları sormak gerekiyor: “Kaç piksel” düşük
çözünürlük olarak algılanmalıdır? Keskinliği yüksek bir görüntü oluşturmak
istiyorsak hangi değerlerde çalışmalıyız? Bu tür soruların yanıtını verebilmek
için yalnızca çözünürlüğün birimini bilmek yetmez, ayrıca üzerinde çalışılacak
olan alanın boyutları da tanımlanmalıdır. Çünkü, yüksek çözünürlüklü ama küçük
boyutlu bir fotoğrafın büyütülmesi, (tıpkı kimyasal fotoğrafta negatiften
yapılan büyük boyutta baskılar-da grenlerin büyümesine benzer şekilde) var olan
piksellerin boyutunu büyüteceğinden, keskinlik azalacaktır. Bu şekilde
büyütülen görüntülere pikselize olmuş görüntüler deniyor ve genel olarak
kalitesizliği gösterdiğinden istenen bir durum değil. Bu nedenle, görüntüyü
sonradan büyütmek yerine, ilk başta, daha görüntü oluşturulurken, gerekli
çözünürlük ve boyutların yüksek tutulması gerekir. 300 ppi’lık bir çözünürlük,
yüksek kaliteli bir görüntü oluşturmak için yeterlidir. Bunun altın-daki değerler,
giderek daha düşük çözünürlük anlamına gelirler ve en düşük değer olarak 72 ppi
değerini kullanabiliriz. Bu da ancak Internet ortamında veri transferinin kısa
sürmesi için razı olunabilecek bir değerdir. Bu çözünür-lükteki bir fotoğraf,
ekranda belli bir keskinlikte görülmesine karşın, baskısı yapılmak
istendiğinde, keskinliği çok düşük düzeyde kalabilir.
İnsan gözüne eşdeğer çözünürlüğün genellikle 100-120
piksel/cm civarında olduğu kabul edilmektedir.
PİKSEL ÇILGINLIĞI
DEVAM EDİYOR
Dijital fotoğraf makinelerinde de, piyasaya ilk çıktıkları
1986 yılından beri, özellikle tasarım ve görüntü kalitesi anlamında önemli
iyileşmeler yaşanıyor ve yaşanmaya da devam edecek. ilk dijital fotoğraf
makinesi toplam 200.000 piksel lik bir görüntü oluştururken, günümüzdeki
dijital fotoğraf makineleri 12 milyon pikselin üstünde görüntüler oluşturabiliyor.
Ayrıca ergonomi, fonksiyonellik ve dayanıklılık gibi özellikler de kullanıcı
tarafından her geçen gün daha iyi kavranıyor ve dijital fotoğraf makinesi
seçiminde ön plana çıkıyor.
Objektifler
Objektif, film üzerinde net bir görüntü oluşturmaya yarayan
mercekler topluluğudur. Fotoğrafta kaliteyi belirleyen temel ögelerin başında
gelir. Bu nedenle, fotoğrafçılığın en önemli malzemesidir. Temel ışık kontrol
mekanizmalarından biri olan diyafram’ı, auto focus (AF) özelliğini, ISO ayarını
içinde barındırır.
Auto Focus
Auto Focus (AF) özellikle başlangıç seviyesindeki
kullanıcıların en büyük yardımcısı konumunda çalışıyor. Çünkü siz deklanşöre
bastığınız anda otomatik olarak görüntüyü netliyor ve kaliteli çekim imkanı veriyor.
Elbette işi bilen bir fotoğrafçının elle yaptığı ayar ile karşılaştırmak pek
mümkün değil. Auto Focus (yani kendiliğinden netlik yapma) sistemine sahip olan
dijital fotoğraf makineleri, netlik yapmak için bakacın ortasında bulunan
bölümü merkez alırlar. Bu nedenle, netlik yapmayı düşündüğümüz konuyu
çerçevenin merkezine alarak deklanşöre yarım basmak gerekir. Bazı modellerde
parmağımızı bu şekilde yarım basılı tutarak, diğer modellerde ise ayrı bir
düğme olan “AF- Lock” tuşuna basılı tutarak netliği sabitlememiz ve son olarak
kompozisyonumuza karar vererek deklanşöre tam basmamız gerekir.
AF sistemlerin netleyemediği durumlarda ya da el ile netleme
yapmak istendiğinde ise, objektifin ön bölümünde bulunan “netleme hal-kasını
sağa sola çevirerek netlik verilebilir. Ne yazık ki, kompakt modellerde el ile
netlik yapma olanağı yoktur.
Diyafram
. Objektifin içinde bulunan ve gelen ışığın yoğunluğunu
ayarlayan kontrol mekanizma-sına diyafram diyoruz. Diyaframı insan gözünün
“iris”ine benzetebiliriz. Işığın fazla olduğu ortamlarda objektiften geçen ışık
miktarını azaltmak ya da ışığın az olduğu or-tamlarda objektiften geçen ışığın
miktarını artırmak için kullandığımız diyafram değerleri uluslararası standartlardadır.
Diyafram ‘f’ olarak gösterilir ve değerleri de şöyle belirtilir: 1, 1.4, 2,
2.8, 4, 5.6, 8, 11, 16, 22. Diyaframın bu değerleri, aslında ters bir fonksiyona
ait değerler olduğundan, en büyük “f” sayısı en küçük açıklığı gösterir.
Rakamlar aritmetik olarak büyüdükçe, fonksiyon küçülür; yani aritmetik olarak
büyük rakamlar “kısık diyafram” değerleridir, küçük rakamlar ise “açık
diyafram” değerlerini gösterirler. Her basamakta gösterilen sayı, bir öncekinin
iki katı ya da tersine yarısı kadar ışığın girmesine izin verir. Örneğin, diyafram
değeri f:8 iken, f:11’e göre iki katı fazla ışık geçer. Bazı objektiflerde, yukarıda
sıralanan dizideki rakamlara ek olarak, ara değerler de yer alır; 1.7, 3.5, 6.7
gibi... Çok açık diyafram değerlerine sahip bir objektifle (f:1.2, 1.4 gibi değerler),
ortam ışığının yetersiz olduğu durumlarda bile rahatça çalışılabilir.
Diyafram açıklıklarının, objektiften geçerek filme etki eden
ışık miktarının ayarlanması dışında ikinci bir görevi de, net alan derinliğini
belirlemesidir. Net alan derinliği, netlik yapılmış yerin önünde ve arkasında
oluşan net bölgedir. Başka bir anlatımla, ön plandaki en net nokta ile arka
plandaki en net nokta arasındaki uzaklıktır.
Arka planın
netsizleştirilmesi
Açık diyafram (1.4, 2, 2.8 veya 4 gibi değerler), arka
planın dikkat çekmeyecek bir leke haline gelmesini sağlayarak asıl konunun ön
plana çıkmasını sağlar. Bu durum, yani açık diyafram özelliği, bazı
objektiflere niye daha fazla para ödendiğini daha net açıklıyor.
Ne kadar kısık
diyafram değeri kullanırsanız (11, 16, 22 gibi değerler), o kadar çok alan
derinliği elde edebi-lirsiniz.
Net alan derinliğinin
artırılması
En önden en arkaya değin net bir şekilde fotoğraflamak
istediğiniz bir konuyla karşılaştığınız zaman yapmanız gereken 11, 16 ya da 22
gibi kısık diyafram değerleri kullanmaktır. Bu durum, tabii ki enstantane
değerlerini düşüreceği için sehpa (tripod) kullanmak zorunluluğunu getirir. Bu
yöntem, açık diyafram kullanarak net alan derinliğini azaltmanın tam tersi bir
işlemdir.
Enstantane
Enstantane değerleri, bir dizi sayıyla tanımlanmış tır. Bu
sayılar 8”,4”,2”,1, 2, 4, 8, 15, 30, 60, 125, 250, 500, 1000, 2000, 4000
şeklinde sıralanabilir. Ger-çekte bu dizideki rakamlar saniyenin belirli bir
aralığı süresinde çalışırlar ve 8, 4, 2, 1, 1/2, 1/4, 1/8, 1/15 ....1/60, 1/125
saniyenin ifadesidirler. Örneğin 30 değeri, 1/30 saniyeyi ifade eder. 1/250,
ışığın saniyenin 250’de 1’i süresince algılayıcı üzerine düşeceğini ve bu süre
boyunca algılayıcının ışıktan etkileneceğini gösterir.
Bu fotoğraf hızlı enstantane ile çekildi.
Enstantane dizisi de ters bir fonksiyon olduğu için rakamlar aritmetik
olarak büyüdükçe pozlama süresi azalır.
Hareketin
Dondurulması
Enstantane, algılayıcının ne kadar süreyle pozlanacağını
belirler. Enstantane seçimi fotoğrafçıya konuyu yargı-lama şansı doğurur ve bu
nedenle netlik önem kazanır. Bu noktada konunun ne kadar hızlı hareket ettiğine
dikkat etmek gerekiyor. Hız, hareketin yönü ile bağlantılı olan bir kavram
olduğu için konunun hangi açıyla hareket ettiğini belirlemeniz gerekiyor.
Örneğin, önünüzden geçen bir araba, size doğru gelen aynı hızdaki bir arabadan
daha hızlı görünür ve aynı şekilde dönüşlerde doğrusal hareketler den daha
hızlı görünür. Bu nedenle örneğin, kameraya doğru hareket eden araçlar 1/500
enstantane ile fotoğraflanırken, kameranın önünden geçen araçlar 1/1000
enstantane ile fotoğraflanır. Aynı şekilde yürüyen bir insan 1/125, koşan biri
ise 1/250 enstantane ile dondurulabilir.
Eğer hareketin ne kadar hızlı olduğunu tahmin edemiyorsanız,
en doğru yöntem, 1/500 enstantanenin altına inmemek olarak düşünülebilir. Çünkü
istediğiniz gibi çektiğinizden emin ol¬mak, sonradan pişman olmaktan iyidir.
Düşük Enstantane
Kullanımı
Hareketi bütünüyle dondurmak yerine, düşük enstantane
değerlerini kullanarak hareket netsizliği sağlamak, fotoğraf çerçevesi içinde
hareket hissini sağlar ve dinamizm yaratır. Örneğin bir yürüyüş takımını
fotoğraflarken kullanacağımız 1/60 enstantane ile, yürüyüşçülerin yüzlerini
dondururken kollar ve bacaklar hareket hissini sağlayacak flulukta olacaktır.
Siz tabii ki daha düşük enstantane değerleri kullanarak, net olan hiçbir bölge
bırakmayacak şekilde tamamen flu renk lekeleri de yaratabilirsiniz. Bu tekniği
kullanırken, bu etkiyi özel olarak yaptığınız anlaşılmalıdır, yoksa kameranın sallanması
sonucu hatası sanılabilir!
Pozlama (Exposure)
Algılayıcının görüntüyü oluşturabilmesi için belirli bir
miktarda ışığa gereksinim vardır. Pozlama ya da ışıklama dediğimiz bu işlemin
doğru olarak yapılması, fotoğraf çekiminin temelini oluşturur. Doğru pozlama
yapmak demek, makine üzerindeki diyafram ve enstantane değerlerinin doğru
seçilmesi anlamına gelir. Hangi değerleri kullanmamız gerektiğini, fotoğraf
maki-nesinin içindeki ışıkölçer (pozometre) sayesinde öğreniyoruz.
Işıkölçerler, kullanılan filmin AS A değerine göre, konudan
yansıyan ışığı ölçüp, sonucu enstantane ve diyafram cinsinden verirler.
Maalesef, kompakt dijital fotoğraf makinelerinin büyük bir bölümü manuel
kullanım olanağı vermediğinden onlarla yalnızca otomatik pozlandırma
yapılabilir.
Fotoğraf çekerken kullandığımız enstantane ve diyafram,
filme düşen ışık miktarını ayarlar. Bu ayarlamayı enstantane süre cinsinden,
diyafram ise yoğunluk cinsinden yapar. Gerek enstantanede, gerek diyafram
açıklığı dizisinde her “stop” (durak), bir önce-kinin iki katı (ya da ters
yönde yarısı) miktarda ışığın algılayıcıya ulaşmasını sağlayacak biçimde
seçilmiştir. Bu durumda birindeki azalmanın diğerindeki artmayla dengelenerek,
algılayıcıya aynı miktarda ışığın düşmesinin sağlanması gerekiyor.
Örneğin, herhangi bir çekimde, pozometrenin kullanıcıya
önerdiği 1/60 enstantane ve f/5.6 diyafram değerlerinin makineye uygulandığını
düşünelim. Bu değerlerle çekim yaparsak filmimiz doğru pozlanacaktır. Ancak,
kullanıcı olarak, “filme ulaşan toplam ışık miktarını değiştirmeden” fotoğrafik
etkiyi değiştirecek bazı farklılıklar yaratabiliriz. Örneğin enstantaneyi bir
stop yükselttiğimizde, yani 1/125’e getirdiğimizde, diyaframı da bir stop
açmamız yani f/4’e getirmemiz gerekir.
Tam otomatik modellerde, enstantane ve diyafram açıklığını
makinenin kendisi seçer. Değişkenleri seçme şansımız ise yoktur. Kötü ışık
koşullarında makine yetersiz kalabilir. Bu durumda yapılacak iş standart ışık
altında, kom-pozisyona yoğunlaşmak olacaktır.
ASA (ISO) Ayarı
ASA ve ISO değerlerinin ne anlama geldiğini anlayabilmek
için kimyasal filmlerden biraz söz etmek gerekiyor. Kimyasal filmlerin ışığa
olan duyarlıkları farklı derecelerdedir. Işığa olan duyarlığın birimi ASA ya da
ISO’dur. Işığa karşı duyarlığı az olan, yani fazla ışığa ihtiyaç duyan filmlere
düşük ASA’lı filmler denir. 100 AS A’nın altındaki filmler (25, 50, 64 v.b.),
düşük ASA’lı filmlerdir, yani yavaş filmlerdir. Işığa olan duyarlığı artırılmış
olan filmler yani 100 ASA’nın üzerindeki filmler (200, 400, 800, 1600 v.b.),
yüksek ASA’lı filmlerdir. Bu filmler yüksek enstantane imkanı verirler.
Filmlerin yapısını oluşturan ışığa duyarlı kimyasalların
kristallerine gren (gram) adı verilir. Bunları dijital fotoğrafın yapıtaşları
olan “piksel”e benzetebiliriz. Grenlerin küçük ya da büyük olması, filmin
keskinliğini belirleyen temel öğelerdendir. Bir filmin grenleri ne kadar küçük
boyutta ise, bu filmin keskinliği (ve genel olarak kalitesi) o kadar yüksektir.
Tam tersine, iri grenli filmlerin keskinliği düşüktür. Aynı mantık dijital
fotoğraf için de geçerli-dir. Dijital fotoğraf makinelerinin üzerindeki ASA /
ISO ayarları da, tıpkı filmlerde olduğu gibi ışığa olan duyarlılığın
arttırılması için kullanılırlar. Makinenizin en düşük ASA ayarı (bu değer
genellikle 100’dür) en yüksek çözünürlüğün sağlanabildiği değerdir. 200 ASA
seçildiğinde ise, algılayıcının üzerindeki her hücre yanındaki hücreyle
birlikte sanki tek bir hücreymiş gibi davranır ve böylece ışığı algılama
yüzeyini genişletmiş olur. Bu durum, daha düşük ışık koşullarında çalışmak için
bir avantajdır, ama çözünürlük değerinin de yarıya düşmesi demektir. 400 AS A’da
ise her dört hücre birleşe-rek tek bir hücre gibi davranır, böylece çözünürlük
değeri dörtte bire düşmüş olur. Bu durumu örneklersek, toplam 10 milyon
piksellik bir çözünürlüğe sahip olan bir dijital fotoğraf makinası, 100 ASA
için 10 milyon piksel, 200 ASA için 5 milyon piksel ve 400 ASA iç in 2,5 milyon
piksellik çözünürlüğe sahip olacaktır.
Beyaz Ayarı
Aydınlatma türüne ve koşullarına göre ışığın rengi
değişiklik gösterir. Bu durum fotoğraflardaki renk dengesini etkileyebilir.
“Beyaz” olarak tanımlanan ışığın renk ısısı 5500 Kelvin’dir. Bu değerin
altındaki renk ısılarına sahip kaynaklar, giderek sarı, turuncu ve kır-mızıya
kayarlar. 5500 Kelvin’in üzerindeki ısıya sahip kaynaklar ise giderek yeşil,
mavi ve mora kayarlar. Renkli fotoğrafçılık için ışığın rengi çok önemli bir
faktördür. Çünkü insan gözünün toleransı nedeniyle beyaz olarak algıladığımız
pek çok ışık kaynağı, aslında beyaz renkte değildir ve algıla-yıcı tarafından
gerçek renklerinde algılanırlar. Örneğin ev ampulü ve flüoresan ampulü, insan
gözü tarafından beyaz ışık kaynakları olarak algılanırken, aslında ev ampulü
(3200-3400 Kelvin) turuncuya, flüoresan ampulü (6400 Kelvin) ise yeşil-maviye
kayan renklere sahiptir.
Geleneksel fotoğrafçılıkta bu renk kaymalarını düzeltmek
için renk düzeltme filtreleri kullanmak gerekir. Oysa dijital fotoğraf
makinelerinin büyük bir bölümü, bu işlemi “white balance” özelliği sayesinde
çok kolaylıkla düzeltebiliyor. White balance (beyaz ayarı) özelliği, ortamda
hakim olan ışığın rengini beyaza dönüştüren çok yararlı bir işlevdir. Bazı
modellerde bu fonksiyonun seçenekleri menüde yer alır ve kullanıcının ışık
kaynağına en uygun değeri seçmesi gerekir. Gün ışığı altında çekim yapılıyorsa,
güneş sembolü (ya da “daylight” seçeneği) seçilmelidir. Eğer ortam ev ampulu
ile aydınlanıyorsa ampul sembolü (ya da “ Tungsten” seçeneği) seçmek daha doğru
olacaktır. Benzer şekilde flüoresan ışık kaynakları için de uygun sembol ya da
seçenek seçilmelidir. Bazı modellerin üzerinde “white balance” ya da “W/B”
yazılı bir düğme bulunur. Bu tür modellerde kullanıcı, hangi ışık altında
çalışırsa çalışsın, dijital fotoğraf makinesini beyaz bir yüzeye yönlendirerek
bu düğmeye basmalıdır. Bubeyaz yüzey bir duvar, masa ya da boş bir kağıt
olabilir. Bu işlem yapıldığında, kamera otomatik olarak ortam ışığını beyaza
eşitleyecek ve tüm renklerin doğru tonlarda algılanmasını sağlayacaktır.
DİJİTAL SİSTEMİN MANTIĞI
İnsanoğlu matematik işlemlerini 10'luk sisteme göre yapar.
Yani 0'dan 9'a kadar olan rakamları kullanarak hesap yapar. Oysa bilgisayarlar,
elektrik akımının "açık" ya da "kapalı" olması durumuna
göre işlem yapabildikleri için 2 tabanına göre düzenlenmiş bir sistem
kullanırlar. Bu sistemde yalnızca 1 ve 0 rakamları kullanılır. İngilizce
"ikili rakamlar" (binary digits) sözcüklerinin ilk ve son
hecelerinden türetilen "bits" terimi bilgisayar dilinde, anlamı olan
en küçük birimi, yani sözcüğü (kelimeyi) ifade eder. Tüm alfabe, noktalama
işaretleri ve rakamların, 256'dan (28) daha az karakter kullanılarak ifade
edilebileceği belirlen-dikten sonra, 8 bit'lik veri demeti, standart olarak kullanılmaya
başlandı. Daha sonra IBM şirketi tarafından bu veri demetine byte adı verildi.
Böylece, günümüzde kullanılan veri büyüklüğünün birimi belirlenmiş oldu. Veri
birimi olarak kullanılan byte'lar şöyle hesaplanır:
1 Kilobyte (KB) = 1024 Byte
1 Megabyte (MB) = 1024 Kilobyte
1 Gigabyte (GB) = 1024 Megabyte
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder